27 Oca 2009

Sıradan çıkmaya çalışan sıradışı bir dilek tut kendine…

"Sıradan hayatın sıradan gününe başlıyorum. Sabah saat 7:30. İzinliyim bugün işe gitmeyeceğim. Bunun için sevinmek lazım diye düşünüyorum. Düşünmeye devam ediyorum lakin bir sebep bulamıyorum. Sanırım bir yarım saat tavana anlamsızca bakıyorum. Gece o kadar sıcaktı ki; üzerime ne gecelik giymiştim ne de başka bir şey. Yataktan çıplak çıkıyorum. Mutfağa gidiyorum. Sert bir kahve için çaydanlığa biraz su koyuyorum. Kendime gelmek adına ılık bir duş yapıyorum. Nemli bedenime tiril tiril bir gömlek geçiriyorum. Kahvemi hazırlıyorum ve bir de güne merhaba sigarası alıyorum. Güneşli balkonumda gazetelerimi okumaya koyuluyorum. Üçüncü sayfa haberlerinin birinci sayfaya geçtiği bir ülkenin vatandaşı olarak okumam kısa sürüyor.

Dışarıya çıkma vaktidir diye düşünüyorum. Üzerime t-shirt ve eşofman geçirip yürüyüşe gidiyorum. Walkmanın pili bitiyor kısa süre sonra bir bakkala girip yenilerini almak istiyorum. Benden önce gelen biri var onun işinin bitmesini bekliyorum. Sıradan bir bakışla tek ediyor mekanı ben de pillerimi alıp yürümeye devam ediyorum.

Bu yürüyüş alanını seviyorum. Huzur, güven ve süreklilik. Bu üçünün burada yanımda olması beni mutlu ediyor. İki-üç tur atıyorum pistte. Daha sonra dinlenmek için yürüyüş alanının yanındaki çay bahçesine geçiyorum. Siparişimi alan garsondan boş bir kağıt ve kalem istiyorum. Bugün neler yapacağıma dair bir plan yapıyorum.

Alışverişe çık.

Yeni kitaplar al.

İnternette xxx sitelere bak.

Hiç yapmadığın bir şeyi yap.

Sanırım sonuncu şık beni zorlayacak gibi. Bu zamana kadar yapmadığım, bir günde yapılabilecek bir şey. Ne olabilirdi ki bu?

Küçük bir liste yapıyorum. Temizlik ürünleri ve yiyecek içerikli. İnternete giriyorum ve yeni çıkan kitapları araştırıyorum. Bir listede kitaplar için hazırlıyorum. Üzerimi değişip dışarı çıkıyorum. Büyük alışveriş merkezlerinden birine gidiyorum. Listeye bağlı kalmak zorundayım ay sonuna birkaç gün var çünkü. Sepete ekliyorum bir bir alınması gerekenleri. Bir ara içindekiler konusunda endişem olan bir ürün hakkında bilgi almak için başımı kaldırdım. Bir yetkili aradım sağıma soluma bakınarak. Bulamadım. Rafların arasında dolaşarak yardımcı olabilecek birisini aradım. Birisiyle göz göze geldik. Tanıdık biri mi? Diye düşündüm. Kim olduğunu anımsamaya çabaladım. Cevap bulamadım. Zaten önemli biri olsa hatırlardım diye düşündüm. Neyse ki o arada yetkili birini buldum da bana alışverişte yardımcı oldu. Yemek, içmek ve temizlik ürünleri tamamdı. Araca yerleştirdim onları. Eve döndüm. Aldıklarımı yerleştirdim.

Birazcık yorulmuştum. Dinlenme amaçlı bir çay yaptım. Hafif bir müzik açtım. Keyfime çalan ev telefonu darbesini vurdu. Arayan annemdi. Her zaman ki gibi zamansız ve anlamsız bir arayıştı bu. Kısa kestik neyse ki. Ben yarım kalan keyfime devam ettim sözüm ona.

Hava sıcaktı. Üzerimi değiştirdim. Ayağıma sandaletlerimi giydim. Üzerime askılı şile bezi bir elbise geçirdim. Yürüyerek gidecektim kitapevine. Genelde Bağdat Caddesini sevmem. Kendimi oraya ait hissedemedim bunca zamandır. Ailem eskiden beri burada oturuyor. Çok yakınımızda olmasına rağmen burası bana yapay geliyor. Ne var ki; tercih ettiğim kitapevinin en yakın şubesi burada. Kitapevine vardığımda imza günü olduğunu görüyorum. Çok sevmediğim bir yazar. Çokta rağbet yoktu zaten.

İndirimler, yeni sezon dergiler, yeni çıkan kitaplar, klasik müzik cd’leri, meditasyon cd’leri. Hepsi başımı döndürüyordu. Girişte aldıklarımı koyabileceğim bir sepet almadığıma pişman olmuştum. Yabancı müzik dinlemek gibi bir yanım yoktur. Alışveriş sırasında bütün mağazaya etki eden bir müzik vardı. Yeni çalan şarkı bana eski bir aşkı anımsattı. Sting. Shape of my heart. Böyle anlar beni durgunlaştırıyor. Bütün şarkıyı hareketsiz geçirdim. Ellerimdekiler olduğunu düşünmüş olacak ki; mağaza çalışanlarından biri sepet getirmek gibi bir incelikte bulundu. Gözlerim buğulanmıştı. Yüzüne bakamamıştım adamın. Küçük bir teşekkür ile geçiştirdim. Bütün katları arşınladım. Sanırım iki ay bana yetecek kadar kitabım vardı. Kasada ödememi yaptım. Kendime aldığım halde bütün her şeyi bir cd’yi hediye paketi yaptırdım. Başkaları hediye alır diye kural varsa da ben bunu çiğnedim. Hadi durmayın beni hapsediniz!

Elimde dergilerim, cdlerim ve kitaplarımla geldiğim yolu izleyerek evime dönmeye koyuldum. Yolda ne kadar yalnız olduğumdan başka bir şey geçmiyordu. Ne istiyordum biliyor musun? Biri benimle ilgilensin. Hem de hastalık derecesinde. Hani şu filmlerdeki gibi. Her haline, tavrına ayrı anlam yükleyen, üstelik yakışıklı ve kariyerli bir erkek. O erkek öyle bir vurulmuş olmalıydı ki hem de; işi gücü bırakmış ben nerdeysem orada olmalıydı. En üzgün anımda beni mutlu etmek için karşıma çıkmalı, her şeyi elindeki bütün kıymetlerle süslemeliydi. Gülüyorum o anda silkinip kendime geldiğimde. Hatta ileri gitmişim. Kahkaha atarken buluyorum kendimi. Gizli saklı etrafım bakıyorum duyan var mıdır diye. Yoluma devam ediyorum toparlanıp. Eve gelirken küçük marketten unuttuğum şarabı alıp çıkıyorum.

Eve gelince dermanım kalmamış buluyorum kendimi. Hemen bir şeyler yemek gerekli. Makarna en kolayı gibi geliyor. Suyun kaynamasıyla makarnalar suda buluveriyor kendisini. O sırada ben kaşar rendeliyorum üzeri için. Şarap şişesini açıyorum. Yarım kadehi alelacele içiyorum. İyi geliyor. Makarnayı tabağıma servis edip balkona geçiyorum. Evde olmadığım için uzun zamandır bağlatmak istediğim adsl bağlanamadı. Neymiş imza lazımmış. Çok biliyorlar. Şifresiz bağlantısı olan birisi ki artık o benim kurtarıcım, o bana yardım ediyor. Yalnız tek sorun sadece balkondan çekmesi. Mis gibi bir akşam üstü. Hava hala aydınlık. Keyfim yerinde. Yarı yarıya mutluyum. Yavaş bilgisayarımda birkaç web sitesine bakınıyorum. Msn’den yeni mail aldığıma dair uyarı geliyor. Bakıyorum. Tanımadığım bir gönderici. Açıp açmamakta kararsızım. Gönderilen ekte bir dosya görmüyorum. Riske girmek lazım diyorum. Hani yapmadığım bir şey yapacaktın diyorum kendime. Açıyorum maili.

“Küçük Hanım. Wireless bağlantılar tehlikelidir. Bir de bilgisayarınızda güvenlik duvarı kapalı, üstüne üstlük virüs programı da yoksa iş berbat bir noktadadır. Dikkatli olun. İyi eğlenceler.”

Ne demek şimdi bu. Kim yani şimdi bunu gönderen? Bağlantısından faydalandığım kişi mi? Başka biri mi? Yoksa biri bilgisayarıma mı bağlandı? Hay aksi şeytan!! Bir bu eksikti. Ellerim hemen işlemeye başlıyor. Mail’e bir cevap yazıyorum. İstemiyorsa bağlantısından faydalanmayabileceğimi ekliyorum. Kısa sürede cevap geliyor.

“Kesinlikle. Bunu kastetmemiştim. Sadece güvenlik durumunu anlatmıştım. Hem siz internetimden faydalanmaktan vazgeçerseniz ben sizi nasıl görürüm?”

Ne demek istemişti şimdi? Beni görebildiği bir yerde miydi? Belki de yanılıyordur? Tek ben miyim balkonda oturan? Ama notebook’u ile oturan nadirdir değil mi? Offf… Ne yapsam şimdi? Alakasız bir mesaj atıyorum.

“Evet şimdi anladım ne demek istediğini sanırım. Haklı da olabilirsin am ben bu işlerden çok anlamıyorum. Bir şey olursa da olmuştur. Yapacak bir şey yok diye düşünüyorum. Bu arada beni görebilmek olayına gelince, yanılıyor da olabilirsin. Hem görmek için adsl’den başka şeyler de yeterli olabilir. Mesela şarap içmek. İstersen bana eşlik edebilirsin..”

İlkine göre daha geç bir mesaj geliyor. Düşünmüş olabilir. Geç okumuş olabilir. İhtimallerle iş yapmak gerekmiyor diyerek saçmalamaktan kendimi uzak tutmaya çabalıyorum. Bu sırada yeni mailim geliyor.

“Oldu. Yarım saat sonra sendeyim. Detayları biliyorum.”
Neyi ne kadar bildiğini anlamak adına “Tamam” diye son bir mesaj yazıp, içeriye geçiyorum. Boş iki kadeh çıkarıyorum ve masanın üzerine bırakıyorum. Sadece bir parfüm sıkıyorum. Gerçekten görüyorsa beni, özendiğimi düşünmesi diye üstümü bile değiştirmiyorum. Son beş dakika. Biraz tedirgin biraz da heyecanlıyım. O sırada kapı tıklatılıyor. Yavaşça aralıyorum. Karşımda duran adama bakıyorum. Gözlerimi kısıp, beynimi yokluyorum. Kim bu diye? Kim?

Yürüyüşe gittiğimde bakkalda karşılaştığım müşteri, markette kim olduğunu anımsayamadığım adam ve sonra öğreniyorum ki, kitapçıda bana sepet getiren sözde yardım sever çalışan. Aslında o anda başımı kaldırmam gerekirmiş ama ben bütün planı alt üst etmişim onun dediğine göre. O da mail yolunu seçmiş son olarak.

Şimdi o yolda yürürken kahkahalar atmama neden olan aşka yelken açtım. Ne rüzgarın adını ne de bindiğim teknenin adını biliyorum. Mutluluk denen şey bana yetiyor. Evet hayatta hep güvende olmak ana kaidedir. Yasaklar vardır, olmalılarda. Hataları az yapmakta fayda var her zaman. Şimdi düşünüyorum da; ben o maili açmasaydım şu anda ne yapıyordum. Yeni aldığım bir kitabı karıştırıyor olabilirdim ya da tek başıma müzik dinliyor olabilirdim. Her ne olursa olsun. İyisi ve kötüsü ile her şey benim tercihim."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumlarınız önemlidir.