18 Mar 2015

Rainer'ın İngilizce Bilmeyen Türk Kızı ile İmtihanı

Sabah otobüse binmek için durağa gittim. Açıkçası ne yapacağımı çok da bilmiyordum. Uzun zamandır gitmek isteyip ertelediğim bir kaç yer vardı. oralara giderim diye plan yaptım. 

Rainer'ın zıbıdık keyfi (!)
Neyse efenim, akbil doldurmak için büfenin önünde durdum. Bir adamcağız Galata galata diye kıvranıyordu, büfedeki adam da başından savmaya çalışıyor. Sonra gördü beni ve sordu “Can you speak English” dedi. Dedim “ohooo peki ya can you?” 

Neyse efenim benim sıfır ingilizcem ve adını sonradan öğrendiğim Rainer’ın elinde istanbul haritası o otobüs senin bu vapur benim başladık İstanbul turuna. 

Önce Galata kulesi sonra Galata mevlevihanesi, vay efendim my religion yok efendim your religion derken muhabbeti koyulaştırdık. Rainer anlatıyor da anlatıyor. Çok iyi anlıyorum ancak sıra cevap vermeye gelince kelimeler some people, exactly’den öteye geçemiyor tabii. Baktı ki benden hayır yok, başladı Galata kulesinden gördüğü her yapının sahil kesiminin geçmişini anlatmaya.  



O İstanbul'u anlattı ben dinledim. Blue mosque'un aslında blue olmadığına çok takıktım, sonunda bir turist bile olsa aslında mosque'un blue olmadığını belirttim. O anlattıkça açıldı, İstanbul'un tarihini de anlatmaya başladı... Ben de İstanbul’u çok beğendiğimi, tekrar geleceğimi ve şiş kebaba bayıldığımı söyledim.

Mevlevihanede gördüğü semazenlere bayıldı ama bir türlü düşmeden sürekli dönüyor olmalarını mantığına sığdıramadı. Diyebilsem "Sen ne anlarsın" diyecektim ama İngilizce bilmediğime bir kez daha şükrettim. 

Ayrıca Karaköy’deki Tükkan isimli mekanın çalışanlarına teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Rainer esir aldı tüm garsonları anlattı da anlattı. Hatta görevli hatun ne dediğini anlamadığını yalvarır gözlerle ifade etse de Rainer bu efendim hiç susar mı... En son yine ben devreye girmek zorunda kaldım.


Kimse ne dediğini anlamayınca kendini çizime verdi. Aldı bir kalem kağıt ve resmimi çizerek hatıra olarak bana verdi...

Rainer'ın çizim keyfi (!) Fotoğraftaki bana benziyor mu gerçekten ya?
Gün sonuna doğru daha Türk kahvesi içip içmediğini sorduğumda aldığım cevapla şoka uğradım. Hiç içmemişti. Cafemin spesiyali olan kumda kahveyi ballandırarak anlattıktan sonra geldik Çayada’ya. Nasıl yapıldığı, ne zamandır Türklerin bu kahveyi içtiğinden, kumun hangi denizin kıyısından alındığına kadar her şeyi sordu. Bazen "başlayacağım Türk misafirperverliğine"  diyerek kovalamak geldi içimden ama ya sabır dedim ve cevapladım her sorusunu bildiğim iki kelime ile… 


Turist benim turistim olunca kebap yedirecek halim yoktu ya. Elbette ki mantı yedirdim. Bayıldı. Hatta kendi haritasının üzerinde gidilmesi gereken yer olarak Çayada Cafe’yi de işaretledi, arkadaşlarına anlatacağını söyledi…

Rainer'ın mantı keyfi (!)
Benden bu kadar elimden geldiğince örnek Türk olmaya çalıştım. Simit yedirdim, içtiğim sigaranın izmaritini cebime attım. Ki normalde de böyleyimdir. Akbil alması gerektiğini daha uyguna geleceğini söyledim vs...

Artık Almanya’ya döndüğünde İstanbul’a yeni turistler göndereceğinden hiç şüphem yok. Ekonomiye katkım oldu. Mutluyum, huzurluyum. Bir de 8 saat boyunca ne anlattığını bir anlayabilseydim daha güzel olurdu. 


Önemli olan dil bilmek değil insan olmak diyor ve ezikliğimi kapatmaya çalışıyorum. Sevgiler öpücükler herkese.



İlgili caps:

2 yorum:

  1. Bende pek keyifle okudum, bugün ki aktiviteyi..

    YanıtlaSil
  2. Arkadaş 8 saat ingilizce bilmeden zor iş.)

    YanıtlaSil

yorumlarınız önemlidir.